Prof. Dr. M. Akif ÇUKURÇAYIR
Kent nedir?
Kent sosyal, ekonomik,
siyasal, yönetsel ve kültürel bir yapı olmanın ötesinde kamu güvenliğidir, kamu
sağlığıdır ve kamu esenliğidir. Bu kavramları kentsel güvenlik, kentsel sağlık
ve kent esenliği olarak da ifade edebiliriz.
Kent aynı zamanda plan
demektir. Plan, düzenli ve denetim altında gerçekleşecek olan gelişmelerin ana
çerçevesidir. İçinde yaşadığımız ancak pek de farkında olmadığımız kentler,
corona virüsü nedeniyle dünyanın gündeminde. Kent'in “corona trajedisi”
nedeniyle gündemde olması, gelecek kaygılarımız açısından bir fırsat olarak görülmelidir. Kentleşme kuramları, yaklaşımları ve pratiklerinin de
bu vesileyle düşünülmesi ve sorgulanması gerekmektedir. Gelişmeler göstermiştir
ki, dünyanın en etkili çekim merkezi olan kentler bir anda ölü kentlere (nekropolis)
dönüşebiliyor. Bugün köylerden çok kentler tehdit altında ve dünyanın en ünlü
kentleri kurumları, etkinlikleri ve
sembolik özellikleriyle birlikte sessizliğe
gömülmüş durumdadır.
Karşılıklı bağımlılık
(interdepencence) durumu küreselleşmeyi “olumlama” anlamında kullanılıyor ve
küresel olanaklardan dünyanın her tarafının yararlanabileceğini öngören
açıklamaların önemli malzemelerinden sayılıyordu. Şu anda karşılıklı
bağımlılık, eklemlenme ve etkileşim en büyük felakete dönüşmüş durumdadır.
Corona krizi nedeniyle bireysel, kurumsal, kentsel ve ulusal soyutlanmalar daha
revaçta görünmektedir. Kısa dönemli ve konjonktürel bir durum olmasını
umuyoruz. Ancak, kentlerin geleceği üzerinde düşünme açısından bu krizin
değerlendirilmesi de gerekmektedir.
Kentler bugün yalnızca
Wuhan’dan yayılan “corona virisü (covid19)” tehdidi altında değil, küresel
mülteci hareketliliği nedeniyle de tehdit altındadır. Öngörülemeyen bütün
kentsel, bölgesel ve ulusal planları geçersiz kılan bu gelişmeler karşısında
kent planlaması ve kentlerin geleceği konusunda yeniden düşünmek ve farklı
yaklaşımlar geliştirmek gerekmektedir.
Harvard ve Stanford gibi
dünya markası üniversiteler kapandı. Bütün dünyanın en önemli eğitim kurumları
işlevsizleşti neredeyse. Hollywood tehdit altında, birçok yıldıza virüs
bulaşmış durumda. Devlet başkanları, önemli bürokratlara “corona” teşhisi
konuldu. Neredeyse dünya genelinde spor etkinlikleri durduruldu. Birçok ülkede
eğitim faaliyetlerine ara verildi.
İtalya’nın tamamı
karantina altında. Birçok ülkede önemli kentler karantina altında. Bu tehdidin
Haziran ayında sona ereceği konuşulmakta. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), covid19’u “küresel
salgın” ilan etti. Zira etkilemediği ülke, kurum ve etkinlik kalmadı gibi.
İnsanlık uzayda yerleşim
yerleri araştırırken ve koloniler kurma peşindeyken dünyanın gittikçe
yaşanılamaz hale gelmesi üzerinde yeterince düşünmemesi ve sorumluluk
taşımaması aklın alabileceği bir durum değildir. Ancak, ne yazık ki durum tam
da budur.
Kentlerin
kalabalıklaştırılması, bütün dünyanın aynılaştırılması/homojenleştirilmesi, dünyadaki popülist yaklaşımların benimsenmesi sanıldığı gibi olumlu sonuçlar doğurmuyor. “Corona”nın kontrol altına
alınabilmesi aylar sürdü. Peki ya birkaç ay daha devam etseydi bu “çaresizlik
durumu”, o zaman büyük kentlerin tamamını yok edebilecek durumlar ortaya çıkmaz
mıydı? Bugün corona, yarın başka bir virüs küreselleşen, kalabalıklaşan ve
plansız mega kentleri yok edebilecek duruma gelirse ne olacak? Kentleri
kalabalıklaştırmanın önüne geçebilecek önlemler, stratejiler ve politikalar
üzerinde düşünmek gerekmez mi? “Adem-i merkeziyetçi” kentleşme modellerini
yeniden düşünmek zorunda değil miyiz?
Bu tür afetler karşısında “akıllı
kent” (smart city) uygulamaları ne kadar çözüm olabilir? Varsayalım kentin
birçok yerine termal kameralar yerleştirildi, güvenlik kameraları gibi. Bir de
buna “dezenfektasyon istasyonları” kurulması eklendi. Bu tür uygulamalar ne
kadar çözüm olabilir ki?
Bir de “komplo teorileri”
var. 1981’de yazıldığı söylenen “Karanlığın Gözleri” (The Eyes of Darkness)
isimli romanda bütün ayrıntılarıyla Wuhan’da ortaya çıkan virüsün ne kadar
gündemde kalacağı ve mücadelede başarılı olunacağı, on yıl sonra tekrar ortaya
çıkacağının anlatıldığı iddia ediliyor. Sosyal medyada fotoğraflarıyla birlikte
sayfalarca paylaşımlar söz konusu. Bir “biyolojik silah” olarak virüslerin
kentleri ve dünyayı tehdit etmesi karşısında neler yapılabilir?
Biyolojik saldırılar
karşısında kentsel güvenlik ve sağlık konusunda da ülkelerin yeniden düşünmesi
ve acil stratejiler geliştirmesi gerekiyor sanıyorum. Aksi halde kentlerin ve
ulusların ölümü kolaylıkla virüslerle de gerçekleştirilebilir.
Oldukça karamsar bir
değerlendirme olduğunun farkındayım. Ancak, “corona virüsü” dünyayı 1929’dan
daha büyük bir “bunalıma” doğru götürüyor mu götürmüyor mu, bunun üzerinde de
düşünmekte yarar var. Çünkü, farklı disiplinlerdeki bilim insanları oldukça
ürpertici değerlendirmeler yapıyorlar.
Var olan kentsel sorunlar
ortada duruyorken, “covid19” virüsü hepsini unutturdu.
"Hadi gel köyümüze geri dönelim" demek daha mı sağlıklı bugünlerde? Peki, ne zamana kadar ve nereye kadar? Düşünmek iyidir, sanıyorum hepimizin "kent" hakkında ve geleceğimiz hakkında düşünmek gibi bir sorumluluğu var.
Kentin trajedisi, insanın
trajedisidir.