Kent Konseyi'nin davetlisi olarak bir panele katılmak üzere Tarsus'a gittim... 27 Mart 2012 tarihli bu seyahatimde beni heyecanlandıran birçok şey yaşadım. Öncelikle akşam konakladığık Otel Konak Efsus eski Tarsus evlerinden dönüştürülmüş, mistik ve tarihi bir havası olan etkileyici bir otel... Cafeler sokağındaki bu yapının girişinden itibaren ayrı bir heyecan yaşıyorsunuz.
Odalar klasik büyük kapı anahtarları ile açılıyor. Odaların her birine Ashab-ı Kehf'den (yedi uyurlar) birinin adı verilmiş... Kleopatra'nın adının verildiği oda da var. Bana yedi uyurlardan MEKSELİNA'nın adının verildiği oda düştü... Kendimi bir tuhaf hissettim... Ashab-ı Kehf'in hikayesi aklıma geldi... Oldukça ürpertici bir olay... İnanç ve inkar mücadelesi... Hem İslamiyetin hem de Hristiyanlığın inandığı olağanüstü bir tarih var Tarsus'ta...
Tarsus aynı zamanda Yeni Ahit olarak bilinen İncil'in yazarlarından Saint Paulus (Aziz Pavlus) yaşadığı ve damga vurduğu şehirlerden birisi...
Ertesi gün kaymakam, belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile siyasi parti ilçe başkanlarının katıldığı panel oldukça uzun ve etkileyici geçti...
http://www.guneytv.com.tr/haber/Tarsus-un-Gelecegi-Konusuldu/77180
***
Öyle arası Selçuk Han'da yemek yedik. Kent Konseyi Başkanı Dr. Ali Cerrahoğlu çok çalışkan ve enerjik bir isim... Bütün kent konseylerine lazım bir isim...
Bir süre Ali Bey ve orada bulunan gazetecilerle muhabbet ettikten sonra yola çıktım.
Ashab-ı Kehf mağarasını ziyaret ettim... En son 1987 yılında gitmiştim...
Yolları ve mağarayı bakımsız bulduğumu söylemeliyim...
Belediyenin daha duyarlı olması gerekir. Çok önemli bir tarih, din ve kültür mekanı burası...
***
Tarsus, Mersin, Silifke, Mut, Karaman ve Konya... Akşam 22.00'da evdeydim...
Bu güzergahı 2011 yılında kullanmıştım.
Çok hummalı bir yol inşaatı vardı...
Silifke çıkışı çok güzel olmuş... Mut Karaman arasında da duble yol çalışması var...
Silifke Karaman arası duble yol çalışması tamamlandığında, Türkiye'nin bir kere daha çağ atlayacağı söylenebilir...
Benim gibi oldukça sık seyahat edenler bilir yolların ne denli önemli olduğunu...
Örneğin, Silifke Alanya arası adeta kabus gibi...
Hiç kimsenin bu yolu kullanmasını önermem...
Haziran 2011'de öyle bir yanılgı yaşadım ve çok pişman oldum...
***
Narlıkuyu... Turşular, Zeytinler, pekmezler...
Cennet-Cehennem Mağarası, Astım Mağarası... Ne yazık ki akşam altı civarında gidebildim ve bu mağaraları gezemeden geri döndüm...
Mut çıkışında uğradığım bir restoranda ise, beni yanık bir Türkü ziyafeti bekliyordu...
Çok etkilendim...
Oradaki yaşayan sade vatandaşların kalender muhabbeti müthişti...
Sazın telleri ve sözlerin yüreklere işleyen keskinliği... "Beni ağlatırsan doyma yaşına" diye başlayan Türküler yemeğimi bitirdiğimde devam ediyordu...
Yol Türküleri, yol hatıraları, uçsuz bucaksız Toroslar ve Göksu deltası...
Çok güzel bir coğrafya burası...
***
Tarsus 240 bin nüfusuyla il yapılmalı ve Adana ve Mersin'in gölgesinden kurtarılmalı...
Her ne kadar yeni il ve ilçe kurulmasına karşı olsam da, Tarsus çok farklı bir yer...
30 Mart 2012 Cuma
4 Mart 2012 Pazar
“Demokrasi Arayışında Kent”
Kürşat Bumin’in “Demokrasi Arayışında Kent” isimli önemli bir çalışması vardır. Çalışmayla ilk olarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora dersinde tanıştım... Can Hoca’nın “Kent Kuramları” dersinin güzel bir parçasıydı…
Kitap, 1994’ten beri her fırsatta göz attığım ve öğrencilerime önerdiğim bir kaynak olmuştur.
Kitap, demokrasi, kent, siyasal düşüncelerin evrimi, kültürel evrim, siyaset, mimari, tarih, felsefe ve sanat gibi birçok disiplini bir araya getiren önemli bir bilgi birikimi sunuyor...
Kitabın felsefi özelliği, tarihsel referansları ve yaklaşımı birkaç kez okumayı gerektiriyor... Çünkü, ilgili retoriğe yabancı olanlar kitabı anlamakta zorlanabiliyor...
Ancak kitabı okuyanların kenti, tarihi, felsefeyi, iktidarın doğasını ve bugünü çözümlemek için çok önemli bir birikime sahip olacaklarını söyleyebilirim...
İnsanın kendi tarihini, farklı kültürlerin gelişimini ve insanlığın dramını da anlayabileceği bu kitabın yeniden basılması, hem de Konya’da bir yayınevi tarafından basılması önemli bir şans...
***
“Mimar-Demiurgos”
Kitabın bir bölümü mimarlara ayrılmış... Kenti betonla ya da sanatla, ruhla, estetikle donatan mimarlara...
Mimarların geleneksel olarak “iktidarla” hep ittifak içeri-sinde olduğu gerçeğinden hareketle, “Sümer ve Babil’den New York’a” “bütün devlet ideolojileri” mimaride “cisimleşmiştir”, kendini göstermiştir; bir anlamda iktidarın yansıma alanı mimari olmuştur.
Farklı referanslardan hareketle mimarların ve şehircilerin yüzyıllarca aristokrasinin, monarşinin ve burjuvazinin “yücelmesine” bir anlamda güçlerini korumasına hizmet ettiklerini belirtiyor Bumin...
Örneğin değindiği referanslardan birisi şöyle diyor: “ülke için hiçbir sevgi, halk için hiçbir duygu taşımıyor.” Binalar, yıkıcı bir biçimde yalnız ve yalnız “paranın” veya daha uygun bir tabirle “rantın” övgüsünü yapıyor...
Bu çabalar ve etkinliklerle mimarların iktidarla özdeşleştiği, hatta “mimar-demiurgus” olarak kendilerini iktidara yerleştirdikleri belirtiliyor.
***
Bu tarihsel ve evrensel gerçekliklerden hareketle, kentlerimizin ve kentimizin ne kadar da bu saptamaya uygun geliştiğini veya geliştirildiğini hayretle görebiliriz...
Daha önce de, bir yazı da değindiğim gibi Konya veya diğer Türk kentlerinin hemen hiçbiri bu tasvirin/tanımlamanın dışında kalmıyor...
Kentlerimiz betonun ve rantın hakimiyetinde, insanı yücelten değerler olmaktan çıkıyor, yerel ve merkezi iktidarları yücelten; onları genel ve sürekli iktidara taşıyan bir “beton” ve “demir” kombinasyonlarıyla kutsanmış bir mekanizma işlevi görmektedirler.
Bu işlevde elbette mimarlar, şehirciler ve tamamlayıcı kadro olarak mühendisler, “para” ve “rantın” denetimini “sürekli” olarak ellerinde bulundurmak isteyen yerel ve merkezi iktidarların “lojistik” unsurları olmaktan öteye gidemiyorlar...
Konya ve diğer kentlerimize bakınız...
Bizden, tarihimizden, kültürümüzden, ruhumuzdan, duygularımızdan, geleneklerimizden bulabileceklerinizi yazsanız “kaç maddelik” bir liste yapabilirsiniz?
Konya’da “gökdelen” ve “köprülü kavşak” uygarlığı yükseliyor...
Bu nasıl bir uygarlık?
Kime yarıyor bu uygarlık?
Kente, kentliye, tarihe, kültüre, estetiğe, doğal çevreye, sanata ve yaşama değil elbette...
Kime?
“Paranın”, “rantın” ve “iktidarın” sürekliliğini “görsellik-le”, “imajla” ve “cismani/hacimli beton yükseltilerle” ve “kara propagandayla” giderek güçlenen yerel yöneticiler (belediye başkanları ve her türlü kadroları) ve gözü paradan başka hiçbir şey görmeyen ve hiçbir değeri önemsemeyen geleneksel ve türedi “zengin” sınıfa yarıyor...
***
Kürşat Bumin’in bu önemli çalışmasını okuyarak bir kere daha kendimizin, evrendeki yolculuğumuzun, insanlı-ğın ve insanımızın kaderinin, yaşam koordinatlarımızı kimlerin ve nelerin belirlediğinin farkına varma fırsatı yakalayabiliriz...
Umudumuz, her şeye rağmen tarihin derinliklerinden süzülüp gelen evrensel güzelliklerde...
Umudumuzu artırmak, hayatta daha iyi bir yerde durabilmek için de “kitap” tek adres olarak her zamanki önemini ve yerini koruyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)