14 Ağustos 2011 Pazar

Kentten Kesitler: Stuttgart 13.08.2011

Bir kentin, herhangi bir caddesinde bile kentin yüzlerce farklı fotoğrafını, rengini ve özelliğini görebiliyorsunuz. Kentin olanakları, birikimi ve cazibesi bunda belirleyici etken kuşkusuz...

Arkadaştan izin alarak resmini çektim. Bu model için oldukça emek vermişe benziyordu...






Stuttgart 21 diye müthiş bir protesto süreci var. Ana tren istasyonu inşaatı protesto ediliyor ve başarı kazanılmış durumda...
 
Başka bir sokak sanatçısı: Mutlu ve enerjik


Stuttgart'ın gurur kaynağı Mercedes-Benz'in sembolü, Stuttgart tren istasyonunun tepesinde...
Sokak ressamı... Tebeşirle, harika resimler yapıyor, cadde üzerinde... gelen geçen de üç beş kuruş bırakıyor...
sokak vaizi... o kalabalığa dert anlatmaya çalışıyor. arkasındaki gariban da (sanıyorum G. Koreli)  bildiri dağıtıyor...

11 Ağustos 2011 Perşembe

Belediye Somaliye Yardım Yapabilir mi?



Çok tepki çekeceğini biliyorum, yine de yazacağım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetiyle, Kızılayı ile ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile muazzam bir seferberlik başlattı ve Somaliye “yapılması gereken” ne varsa seferber oldu. Türkiye’nin asaletine, hamiyetine ve civanmertliğine yakışan bir davranıştır ve bundan dolayı da çok mutlu olmak gerekir.

Ayrıca sayısız sivil toplum kuruluşunun da Somali ve Sudan gibi ülkelere nasıl yardımlarda bulunduğunu ekranlardan görüyoruz. Sivil toplumun olanakları da neredeyse devlet olanakları kadar güçlü… Sevindirici bir hareketlilik yaşanıyor…

Nihayet, zor durumda olan hiç kimseyi “seyretmeyen” ve hemen imdadına koşan bir uygarlıktan geliyoruz ki, bu da bu toplumun henüz ve her şeye rağmen devam eden nadide güzelliklerinden birisidir. Daha önce de, oralarda insanlık dramıyla ilgili olarak yüreğimizin nasıl “yanması” gerektiği ile ilgili birkaç yazı ve not hazırladım, malumunuz olduğu üzere…

Şimdi, duyuyoruz ki Ankara Büyükşehir Belediyesi de Somali’ye yardım gönderiyor. Bana göre böyle bir etkinlikte bulunamaz bir belediye. Neden? Çünkü, belediye dediğiniz bir firma ya da bir sivil toplum kuruluşu değildir. Belediye bir devlet kuruluşudur.

Devlet, zaten yardım yapıyor. Belediye yardım yaptığı zaman (ki bu yardımlar az-buz yardımlar değildir) devletin kasasını boşaltıyor demektir. O halde bütün belediyeler adeta reklam yapmak isteyen firmalar gibi aynı yolu takip ederse ne yapacağız. Adı geçen belediyenin devlete borcu en son 5 milyar TL’nin üzerinde diye açıklanmıştı. Eski hesapla 5 katrilyon! “5 katrilyon para mıdır” diyorsanız sorun yok…

Hepimiz, tek tek bireyler olarak, sivil toplum kuruluşları olarak ve DEVLET olarak buradaki insanlık dramını ortadan kaldırmak için seferber olacağız. Ama, bir devlet kurumu “devlet içinde devlet gibi” davranmamalı… Denebilir ki, belediyelerin sosyal yardım görevleri var! Var evet! Ama kendi hemşehrilerine ve yurttaşlarına… Başka bir ülkede herhangi bir yapının oluşumuna belki katkı sağlayabilir, kardeş kent ilişkisi kurabilir… O kadar!

“Yerel özerklik, demokratik özerklik” söylemlerini ağızlarından düşürmeyenlere soruyorum: Bundan daha iyi özerklik mi olur! Türkiye’de yerel yönetimlerin özerkliği sınırsız zaten… Hadi kolay gelsin…

Yanlış mı düşünüyorum, ey ahali?

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir Masal Anlatsam



OĞUZ AKÇAKOCA

(Yeni Meram Gazetesi, 04.05.2010)

(Bu yazı aynı zamanda YURTTAŞSIZ DEMOKRASİ isimli kitapta yer almaktadır)

Gelin bugün size bir hikâye anlatayım.

Doğusunda bir üniversitenin meslek yüksek okulu, güneyinde İstanbul ve Ankara çevre yolu, batısı ve kuzeyinde uçsuz bucaksız arazilerin olduğu bir alan(!) düşünün.

İlçe belediyesi, 03 Haziran 1996 yılında ve 742 sayılı kararıyla…

778 bin 328 metrekare büyüklüğündeki Milli Emlak arazisini, sanayi bölgesi ilan etmek üzere almaya karar verdi.

(Öncesinde bazı mera alanları da bu bölgeye dahil edildi. Oraya hiç girmiyorum.)

Resmi yazışmalar başladı.

Kaymakamlık, mal müdürlüğü, hazine filan...

Mal Müdürlüğü, 06 Ağustos 1996 günü arazinin ilçe belediyesine satılmasını uygun gördü.

Maliye Bakanlığı Milli Emlak Müdürlüğü, 20 Ağustos 1996 tarih ve 26018 nolu kararı ile satışa onay verdi.

***

Bundan bir hafta kadar sonra ilçe belediye encümeni, 26 Ağustos 1996 tarih ve 306 sayılı kararla, söz konusu arsaların alınabilmesi için 7 bin TL’nin Konya’nın en büyük holdinglerinden birinden geri ödenmek üzere alınması istendi.

Holding, 03 Eylül 1996 tarihinde 7 bin TL’yi belediyenin bir kamu bankasındaki hesabına yatırdı.

Belediye, bu paranın 6 bin 769 lirasını aynı gün Mal Müdürlüğü’nün hesabına aktardı.

04 Eylül 1996 günü Milli Emlak arazisi, ilçe belediyesinin tüzel kişiliğinin üzerine tapuda tescillendi.

***

Aynı belediyenin meclisi, 09 Eylül 1996 günü bir karar aldı.

Karara göre, daha 5 gün önce Mal Müdürlüğü’nden alınan arazinin satılması için Encümen’e yetki verildi.

Yetkiden 15 gün sonra; yani 24 Eylül 1996 günü ihaleye çıkıldı.

“A”, “B” ve “C” şirketleri katıldı.

İhale, 8 bin 156 TL’ye “A”da kaldı.

***

Ticaret Odası’na 4 yıl sonra soruldu:

Odanıza kayıtlı bu 3 şirkete ilişkin bilgi verin…

21 Mart 2000 tarihinde cevap verildi…

Cevaba göre, “A”, “B” ve “C” şirketlerinin yöneticileri aynıydı.

Üstelik üç şirketin kurucuları da...

Buraya kadar tamam!

Bunları az çok tahmin edebilirsiniz…

Ama şimdikini tahmin etmeniz imkansız:

Ticaret Odası’nın cevabına göre, söz konusu şirketlerin büyük ortağı bir holdingdi.

O holding, tesadüfe bakın ki belediyeye 7 bin TL veren holdingdi.

***

Mülkiye müfettişi hemen harekete geçti.

Hazırladığı raporu Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdi.

İddianame hazırlandı.

Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etti.

Belediye başkanı, Hesap İşleri Müdürü, 3 Encümen Üyesi, Yazı İşleri Müdürünün yargılanmasına başlandı.

Suç: İhaleye fesat karıştırmak…

***

Kimse, “Bunlar suçlu da ya ihaleyi kazananlar?” demedi.

Üstelik ihaleyi kazanan şirketin ve ihaleye katılan diğer iki şirketin yöneticisi tanık yapıldı.

Bir başka tanık daha vardı…

Holdingin Yönetim Kurulu Başkanı.

“Canım Türkiye’min, haline bakar mısınız?” diye soramıyorum; “Hikâyeye bakar mısınız” diyebiliyorum ancak…

***

Hâkim karşısına çıkıldı.

Belediye başkanı, ihaleyi kazanan “A” şirketi ile holding arasında bağlantı olduğunu söyledi.

Bir sonraki duruşmaya gün verildi.

Sanık avukatları, sanıktan önce holdingi kurtarmak istediğinden olsa gerek; belediye başkanının sözlerinin ya yanlış anlaşıldığı, ya da daktilo hatasından o şekilde bir ifadenin yazılı hale getirildiği itirazında bulundu.

Hakim sordu, başkan kafa salladı:

Tam olarak böyle bi’şey demedim!

***

Holding Başkanı konuştu:

“A” şirketi ihaleyi kazandığında holdinge bağlı değildi, daha sonradan hisselerini aldık.

Birileri çıkıp da, “Tabii tabii… Böyle olur bu işler demedi?”

Kimse, sanıkların, “Yatırım için holdinge giderek davet etmiştik” sözlerini umursamadı.

İçişleri Bakanlığı kontrolörü; 27 Eylül 1996 gün ve 638 nolu teslimatla 210 TL, 08 Ekim 1996 gün ve 661 nolu teslimatla da 945 TL olmak üzere toplam bin 156 TL’nin “A” şirketi tarafından belediye hesabına yatırıldığını, bunun dışında bir ödemenin yapılmadığını belirtiyor.

Kısacası; 7 bin TL’nin holdingin belediyeye yaptığı şartlı bağıştan karşılandığına, şirketler arasında ilişkinin olduğuna işaret ediyor.

Bu tespitlere ilişkin de kimse bir tek soru yöneltmiyor.

***

Beraat ettiler…

Cumhuriyet Savcısı, dayanamadı itiraz etti.

Yargıtay, yerel mahkemenin kararını bozdu.

Yerel mahkeme kararında ısrar etti.

Tüm bunlar yaşanırken, orada bir arazinin olduğu da tüm yaşananlar da unutuldu.

Varsa bir yapılan; yapanın yanına kar kaldı.

Daha geçtiğimiz ay (14 yıl sonra), Valilik iddiaları araştırması için muhakkik atanmasına karar verdi.

***

Diğerlerini sorarsanız…

Hâkim emekliye ayrıldı;

Savcının tayini çıktı, emekliliğine gün sayıyor;

Belediye başkanı boş vakitlerinin tadını çıkarıyor;

Memurların keyfi yerinde, çalışıyor;

Şirketlerine gelince Allah, “Yürü ya şirket” dedi;

Yönetim Kurulu Başkanının keyfi yerinde, kıssadan hisseler ve hikâyeler anlatıyor;

Diğer şirket yöneticileri de eh işte milyoner kadar oldular…

***

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar.

Millet hamutuyla götürür, biz milletin hakkını savunacağız diye binlerce lira tazminat öder, mahkemelerde sürünürüz.

Hikâyeler yazar, kendimizi avuturuz…