13 Mart 2020 Cuma

Kentin Trajedisi, İnsanın Trajedisi ve Korona


Prof. Dr. M. Akif  ÇUKURÇAYIR
Kent nedir?
Kent sosyal, ekonomik, siyasal, yönetsel ve kültürel bir yapı olmanın ötesinde kamu güvenliğidir, kamu sağlığıdır ve kamu esenliğidir. Bu kavramları kentsel güvenlik, kentsel sağlık ve kent esenliği olarak da ifade edebiliriz.
Kent aynı zamanda plan demektir. Plan, düzenli ve denetim altında gerçekleşecek olan gelişmelerin ana çerçevesidir. İçinde yaşadığımız ancak pek de farkında olmadığımız kentler, corona virüsü nedeniyle dünyanın gündeminde. Kent'in “corona trajedisi” nedeniyle gündemde olması, gelecek kaygılarımız açısından bir fırsat olarak görülmelidir. Kentleşme kuramları, yaklaşımları ve pratiklerinin de bu vesileyle düşünülmesi ve sorgulanması gerekmektedir. Gelişmeler göstermiştir ki, dünyanın en etkili çekim merkezi olan kentler bir anda ölü kentlere (nekropolis) dönüşebiliyor. Bugün köylerden çok kentler tehdit altında ve dünyanın en ünlü kentleri kurumları, etkinlikleri ve
sembolik özellikleriyle birlikte sessizliğe gömülmüş durumdadır.
Karşılıklı bağımlılık (interdepencence) durumu küreselleşmeyi “olumlama” anlamında kullanılıyor ve küresel olanaklardan dünyanın her tarafının yararlanabileceğini öngören açıklamaların önemli malzemelerinden sayılıyordu. Şu anda karşılıklı bağımlılık, eklemlenme ve etkileşim en büyük felakete dönüşmüş durumdadır. Corona krizi nedeniyle bireysel, kurumsal, kentsel ve ulusal soyutlanmalar daha revaçta görünmektedir. Kısa dönemli ve konjonktürel bir durum olmasını umuyoruz. Ancak, kentlerin geleceği üzerinde düşünme açısından bu krizin değerlendirilmesi de gerekmektedir.
Kentler bugün yalnızca Wuhan’dan yayılan “corona virisü (covid19)” tehdidi altında değil, küresel mülteci hareketliliği nedeniyle de tehdit altındadır. Öngörülemeyen bütün kentsel, bölgesel ve ulusal planları geçersiz kılan bu gelişmeler karşısında kent planlaması ve kentlerin geleceği konusunda yeniden düşünmek ve farklı yaklaşımlar geliştirmek gerekmektedir.
Harvard ve Stanford gibi dünya markası üniversiteler kapandı. Bütün dünyanın en önemli eğitim kurumları işlevsizleşti neredeyse. Hollywood tehdit altında, birçok yıldıza virüs bulaşmış durumda. Devlet başkanları, önemli bürokratlara “corona” teşhisi konuldu. Neredeyse dünya genelinde spor etkinlikleri durduruldu. Birçok ülkede eğitim faaliyetlerine ara verildi.
İtalya’nın tamamı karantina altında. Birçok ülkede önemli kentler karantina altında. Bu tehdidin Haziran ayında sona ereceği konuşulmakta. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), covid19’u “küresel salgın” ilan etti. Zira etkilemediği ülke, kurum ve etkinlik kalmadı gibi.
İnsanlık uzayda yerleşim yerleri araştırırken ve koloniler kurma peşindeyken dünyanın gittikçe yaşanılamaz hale gelmesi üzerinde yeterince düşünmemesi ve sorumluluk taşımaması aklın alabileceği bir durum değildir. Ancak, ne yazık ki durum tam da budur.
Kentlerin kalabalıklaştırılması, bütün dünyanın aynılaştırılması/homojenleştirilmesi, dünyadaki popülist yaklaşımların benimsenmesi sanıldığı gibi olumlu sonuçlar doğurmuyor. “Corona”nın kontrol altına alınabilmesi aylar sürdü. Peki ya birkaç ay daha devam etseydi bu “çaresizlik durumu”, o zaman büyük kentlerin tamamını yok edebilecek durumlar ortaya çıkmaz mıydı? Bugün corona, yarın başka bir virüs küreselleşen, kalabalıklaşan ve plansız mega kentleri yok edebilecek duruma gelirse ne olacak? Kentleri kalabalıklaştırmanın önüne geçebilecek önlemler, stratejiler ve politikalar üzerinde düşünmek gerekmez mi? “Adem-i merkeziyetçi” kentleşme modellerini yeniden düşünmek zorunda değil miyiz?

Bu tür afetler karşısında “akıllı kent” (smart city) uygulamaları ne kadar çözüm olabilir? Varsayalım kentin birçok yerine termal kameralar yerleştirildi, güvenlik kameraları gibi. Bir de buna “dezenfektasyon istasyonları” kurulması eklendi. Bu tür uygulamalar ne kadar çözüm olabilir ki?
Bir de “komplo teorileri” var. 1981’de yazıldığı söylenen “Karanlığın Gözleri” (The Eyes of Darkness) isimli romanda bütün ayrıntılarıyla Wuhan’da ortaya çıkan virüsün ne kadar gündemde kalacağı ve mücadelede başarılı olunacağı, on yıl sonra tekrar ortaya çıkacağının anlatıldığı iddia ediliyor. Sosyal medyada fotoğraflarıyla birlikte sayfalarca paylaşımlar söz konusu. Bir “biyolojik silah” olarak virüslerin kentleri ve dünyayı tehdit etmesi karşısında neler yapılabilir?
Biyolojik saldırılar karşısında kentsel güvenlik ve sağlık konusunda da ülkelerin yeniden düşünmesi ve acil stratejiler geliştirmesi gerekiyor sanıyorum. Aksi halde kentlerin ve ulusların ölümü kolaylıkla virüslerle de gerçekleştirilebilir.
Oldukça karamsar bir değerlendirme olduğunun farkındayım. Ancak, “corona virüsü” dünyayı 1929’dan daha büyük bir “bunalıma” doğru götürüyor mu götürmüyor mu, bunun üzerinde de düşünmekte yarar var. Çünkü, farklı disiplinlerdeki bilim insanları oldukça ürpertici değerlendirmeler yapıyorlar.

Var olan kentsel sorunlar ortada duruyorken, “covid19” virüsü hepsini unutturdu.
"Hadi gel köyümüze geri dönelim" demek daha mı sağlıklı bugünlerde? Peki, ne zamana kadar ve nereye kadar? Düşünmek iyidir, sanıyorum hepimizin "kent" hakkında ve geleceğimiz hakkında düşünmek gibi bir sorumluluğu var.
Kentin trajedisi, insanın trajedisidir.